10 Şubat 2011 Perşembe

Kubilay Ş. - Bir Kiev Polisiyesi :)

Bundan önceki yazımı yaklaşık 2.5 sene önce yazmışım - Ukrayna Benden Büyük Senle Başa Çıkamam - başlığıyla, altınada not düşmüşüm - devamı gelicek - diye.

Devamı gelicek açık bir kavram biliyorsunuz, tam net bir zaman kavramını içermiyor. O -devamı gelicek- günü bugün işte :)

Bir farklılık yapıcam ama geçen yazımı yazdıktan sonra birkez daha Ukrayna'ya gitme fırsatım oldu. O gün bitirdiğim öykümü bugün farklı bir tecrübe ışığında yazıcam.

Geçen sefer Ukrayna'ya uçtuğum Aerosvit firmasıyla bu kez yeniden uçma kararı aldım. Kendileri bir önceki seferde biletimi ücretsiz değiştirmiş bununla birlikte THY İstanbul'dan direk uçarken gideceğim şehre ( Dnepropetrovsk) ben aktarmalı olan Aerosvit'i seçtim çünkü havacılık değimiyle -stop over- yapma istediğim vardı Kiev'de bir üç gün kadar.

Bu detayı neden verdim diye sorucak olursanız, bu Aerosvit'in beni İstanbul ve Kiev'de hem giderken hem gelirken resmen "mundar" etmesi :)

 Uçuşumdan iki saat kadar önce geldim Atatürk Havalimanına bekliyorum uçağımı, baktım ekranlara sonra tekrar baktım sonra birdaha baktım ama gördüğüm şey hep aynıydı "Uçuş 9sa30dk ertelendi". Küfür ettiğim kısmı atlıyorum :P Hemen gittim sordum nedir olay diye bana verdikleri cevap "Uçak Ukrayna'dan gecikmeli geldi". Sonradan öğreniyorum ben; bu havayolu yolcusu az olduğunda günde iki kez yaptığı uçuşunu (bir gece bir sabah olmak üzere) birleştiriyor. Bende sabah kısmındaki "şanşlı bedevilerden" olduğumdan gece uçuşunu beklemeye başlıyorum bekleme derken 9sa30dk !

Herneyse zaman kuş misali işte akıp geçiyor. Uçaga biniyoruz sağ salim.

Uçakta yanıma bir "beyfendi" oturuyor kendisi Türk (zaten sığ anlamda bakarsak yüzde elli ihtimal ya Türk ya Ukrayna'lı olucak) kendisi isimde vermeyim şimdi bir uydu alıcı firmasının Rusya ve Doğu Avrupa pazarlama müdürüymüş. Kendisinin benim için başka bir sıfatıda oluyor tabii kısa Kiev uçuşu sonunda "abaza" :D

Kiev'e iniyoruz, bagajımı falan alıyorum ve gümrük kısmına geliyorum. Burda gümrük veya sınır koruma polisi -ne demek isterseniz artık- bir cam arasından karşılıklı muhatap oluyorsunuz. Eski Sovyet Ülkeleri bu kısımda sıkıntı yaratan, sorunlu ülkeler. Gidenlerlerin tecrübeyle sabitlediği bu olay benim için hiç sıkıntı yaratmadı açıkcası.

Uçağım gecikmeli olduğu için ben Kiev'den olan bağlantı uçuşumuda kaçırıyorum tabii. Gidiyorum Aerosvit'in Kiev Borispol Havalimanındaki ofisine, sizi bugün otelde misafir edicez diyorlar. Otele geldiğimde beni vuran kötü sürpriz gerçekleşiyor işte aldığım bagaj benimkinin aynısı olan ama bana ait olmayan bir bagaj :D

Hemen kendime gelip aşağıya iniyorum ön bürodaki kadının çok az ingilizcesi var. Ona bi şekilde durumu anlatıyorum ve otelin bir elemanı beni otelin arabasıyla havalimanına geri götürüyor. Bikaç form dolduruyorum polis eşliğinde, bagajım sağsalim paketlenmiş orda beni bekliyor.

Otele geri döndüm tam odama cıkıcam ön bürodaki kadın "welcomeeeeeeeeee" diyor, selamiiinnn aliykiiiiiim diyorum bende :) Extra transfer yaptıklarını havalimani ve otel arasında bunun ücretini ödemem gerektiğini söylüyorlar. Türkiye'deki gibi bir anlayış olmadığı ve bu ücreti isteme haklarını çok olağan gördüklerinden bende hiç uylamadan 140grv (30TL) sayıyorum ablaya.


Sabah Dnepropetrovsk'a uçuşum var...



Onuda bidahaki yazıda anlatırız...


Daha çok anlatıcak şeyim var :) Bikaç ipuçu versin diye sonraki hikayemde geçicek şeylerden bir resim ekleyim :)


8 Şubat 2011 Salı

Cari Açık Nedir?

Bu aralar nereye gitsem hep aynı soruyla karşılaşıyorum. Berberde, markette, evde, arkadaşlar arasında sorulan soru nedir bu cari açık?


Yıllar İtibariyle Cari Açık
Bende en basit şekliyle size anlatmaya çalışıcam, bu yazıyı yazma amacım budur.

Ben X ülkesiyim, benim dış Dünya'ya bir sene boyunca yaptıgım toplam satış 10br olsun. Bu bir senelik periyod boyunca yaptığım toplam alım ise 15br olsun. 



Bu X ülkesi toplam 5br'lik cari açık yani dış ödemeler bilançosunda 5br'lik açık vermiştir. Ülkeden çıkan para giren paradan 5br daha fazladır, ülke bu açığı bir şekilde finanse etmek zorundadır. Bunun için birçok yöntem izlenmekle birlikte uzun veya kısa vadeli borçlanma olarak 2 tür borçlanmayla bu açık giderilir.

 Cari açığı size anlatabileçeğim en basit şekilde anlatmaya çalıştım bununla beraber son zamanlarda oldukça çok duygusunuz ve aralarında çok yakın bir bağlantı olan "Dış Açığın Finansman Kalitesi" 'ndende bahsetmek isterim.

Dış Açık ne kadar uzun vadeli ve düşük faizli borçlanmayla finanse edilirse finansmanın kalitesi o kadar yükselir  yani Türkiye sahip olduğu açığı kısa vadeli borçlanmayla ( para piyasından yapılan borçlanma ) yerine uzun vadeli borçlanmayla ( sermaye piyasasından yapılan borçlanma ) yaptığı takdirde "Cari Açık Finansmanının" kaliteli olduğundan söz edilebilir.

Obama Nobel Barış Ödülünü Haketti mi?

Son yazimdan sonra Amerika’lı bir arkadaşım bu yazıyı Google Translate ile çevirmiş ve bana yazı hakkında ne düşündüğü belirten bir e-posta göndermiş.  Aslında benim bu yazının üstüne bir yazı daha yazmak istememin asıl sebebi bu değil. Amerika’lı arkadaşım aynı zamanda Obama’nın şu ana kadar seçimlerde belirttiği konuların üzerine ne kadar gidebildiğini ve dış politikasını sorgulamış. Bunun üzerine ben de arkadaşıma e-posta attım ve bir kaç soru daha sordum, bunun sonucunda hoş ve tatminkar cevaplar aldım ve bunları sizinle paylaşmak istedim, ayrıca Amerika’nın önemli bir üniversitesinde Dünya Tarihi ve Politika okuyan bir öğrencinin yorumları  bence onları anlamak açısından bizim için önem taşıyor diye düşünüyorum.

Bu da beni bu yazıyı yazmaya iten 2. sebepti.

Yazının genel seyrinden biraz bahsetmek istiyorum;
Amerika’lı arkadaşım (Tyler) attığı e-postadan alıntı yaparak kendi yorumlarımın olduğu bazı bölümler ve devam eden süreçte benim Tyler’a sorduğum soruların sonucunda Tyler’ın yaptığı yorumlar olacak.
Tyler: His changes in foreign policy haven’t solved any big issues yet and many of his promises haven’t been fulfilled, but he hasn’t been a president for very long yet. I think ending the missile shield program is an excellent step along with other changes to creating a non-antagonistic relationship with Russia.
“Dış politikada şu ana kadar yaptığı değişiklikler hala herhangi büyük bir sorunu çözmedi,  ayrıca verdiği sözlerin çoğunu da tutamadı, ancak henüz çok uzun süredir bir başkan değil. Doğu Avrupa’daki füze koruma programı iptal etmesi ve yaptığı diğer değişiklikler, Ruslarla düşmanca olmayan ilişkiler kurması yönünden muhteşem bir adım.”
Bunu okumak aslında beni biraz şaşırttı. Çünkü baktığımız zaman genel olarak Amerika’lılar Doğu Avrupa’ya kurulacak füze sistemi konusunda 1. ve 2. G.W Bush döneminde oldukça kararlıydı, son seçimlerde John McCain seçilseydi eminim Obama’nın yaptığı yapmazdı.
İran’da gerçekleşen son seçim hakkında ve seçim sırasında oluşan olaylara ise şöyle yaklaşıyor ve bu konudaki memnuniyetini şöyle belirtiyor Tyler;
When Iran had it’s elections and there were large demonstrations in the streets of Tehran and accusations of fraud, I think it was very wise of Obama to not get involved. I think if John McCain were President, he wouldn’t have been so cautious and the US would have created a conflict and interfered in the government of another country once again.
“İran’da seçimler sırasında Tahran sokaklarında bir çok gösteri ve sahtekarlık suçlaması oldu  (seçim sonuçlarına atıfta bulunuyor) buna rağmen Obama’nın bu olaylardan uzak kalması çok akıllıca bir hareketti. Eğer John McCain başkan olsaydı, bu kadar sakıngan olmayabilirdi ve Amerika bir başka ülkenin hükümetine yönelik bir sorun daha yaratmış olurdu”
Obama’nın Nobel Barış Ödülünü almasıyla ilgili sorularıma ise şöyle cevap veriyor;
Ben: Tyler, sence Obama Nobel Barış Ödülünü hak etti mi? Hak ettiyse bunu hangi hareketi yada hareketleriyle hak etti?
Tyler:Nothing he has done so far deserves a Nobel Prize, he made a lot of promises, he has changed the tone of American foreign policy but he has not made any major changes such as withdrawing from Iraq, closing Guantanamo Bay prison, stopping Israeli settlements, making an agreement with Iran, North Korea.
The prize is a distraction and everyone in the U.S. is very confused as well as the rest of the world. It appears that the chairman of the Nobel Peace Prize committee, Thorbjoen Jagland, just selects world leaders he wants to have dinner with as prize-winners.
“Şimdiye kadar bu ödülü hak edecek hiç bir şey yapmadı, bir çok söz verdi, Amerikan Dış Politikasının tavrını degiştirdi ama herhangi büyük bir değişiklik yapmadı, mesela Irak’tan çekilmedi, Guantanamo’yu kapatamadı, İsrail’in yapılanmasını durduramadı, ( daha detaylı bilgi için burayı tıklayın ) İran’la ve Kuzey Kore’yle bir anlaşma yapamadı.( Bu ülkelerin nükleer güç olma yönündeki adımlarına atıfta bulunuyor. )”
Ayrıca Tyler devam eden süreçte Nobel’in dikkat dağıtıcı olduğun belirtiyor ve ekliyor;
“Bütün Amerika’nın bu konu hakkında gerçekten kafası karışık, görünen o ki Nobel Ödül Komitesi Başkası, Thorbjoen Jagland,ödülü ödül sahibi olarak yemek yemek istediği Dünya Liderlerine veriyor.”
Cevaplardan ötürü Tyler’a çok teşekkür ediyorum.

Biz Aslında Viyana'yı Fettettik!

12 senelik “zorunlu eğitim” hayatımızın 4. senesinden itibaren tarihle fazlasıyla haşır neşir olmaya başlıyoruz. Bu “yakın ve sıcak” ilişkimiz geri kalan 8 sene boyunca artan bir dozaşımıyla devam ediyor.
Bu derslerde fazlasıyla Osmanlı Tarihi’ne göz atma ve öğrenme şansımız oluyor. Birçok savaş, kuşatma, tarih ve bilgi ile karşı karşıyayız. Ama belki  de Viyana kuşatması bizim için en hayal kırıklığı ve başarısızlıkla dolu olanı, en azından ben şimdiye kadar öyle olduğunu düşünüyordum.
Viyana fazlasıyla cafeleriyle ünlü. Gittiğiniz her ülkenin her şehrinde “Viennese” bir kahve cafesi bulmanız olası. Peki bizim yani Türk’lerin bundaki payı ne?
Viyana’daki ilk kahve dükkanının hikayesi şöyle;
Jerzy Franciszek Kulczycki yarı Ukrayna’lı yarı Polonya’lı, ne aklınıza gelirse yapmış bir adam. (Asker, diplomat, işletmeci) Bu zat-i muhterem Osmanlı tarafından esir alınıyor ve bugünkü Yugoslavya topraklarına çevirmen olarak yollanıyor. Kendisi Lehçe, Türkçe, Almanca, Romence biliyor. Bu süre içinde Türk kültürünü fazlasıyla öğreniyor. Jerzy zamanla gelişen hikayesinde kendisini Viyana Kuşatması’nın ortasında buluyor, Duke’la anlaşarak bizim saflarımıza Osmanlıca şarkılar söyleyerek giriyor ve tahlillerde bulunuyor. Yaptığı tespitler Avusturya Ordusu için kilit bilgiler niteliğinde oluyor ve savaşın seyrini onların lehine değiştiriyor. Kuşatma sonrasında kendisi Viyana halkı için bir “kahraman” sıfatı kazanıyor.
Jerzy zaman içinde yaptığı birikimlerle  Viyana’daki ilk kahve dükkanını açıyor, Türkler’le olan etkileşimininde etkisiyle açtığı kahve dükkanında Türk Kahvesi servis ediyor, yani ilk “Viennese” kahve dükkanında Türk Kahvesi ikram ediliyor.
Bende bu hikayeyi yabancı bir arkadaşımın blogunu okurken öğrendim, onun yazdıklarını görünce şaşkınlığım üzüntüye dönüştü…
” Osmanlı kahveyi batı dünyasıyla tanıştırdı ve hatta savaşla fethedemediği Viyana’yı kahveyle fethetti. Ancak  kahve Türkiye’de Nescafe diye adlandırılıyor, bence bu korkunç bişey! “
Bugün kahve, petrol ve altın gibi değeri takip edilen ve yatırım yapılan bir ürün.Hatta petrolden sonraki en değerli sıvılardan biri…
Kahve kültürüne kimse sahip değilken sahip olan bir milletin, hem bu kültürüne ne kadar sahip çıktığı, hem ne kadar Starbucks delisi olduğu hem de bu ürün üzerinden gelişen ticaretten ne kadar pay aldığının tartışılması ve gereken adımların atılması gerekiyor.

4 Şubat 2011 Cuma

Bu yazı 15 MART 2010'da yazılmıştır.

1915 olayları temsilciler meclisi tarafından 22 oya karşı 23 oyla bu gece kabul edildi, işin o boyutuyla ilgili çok fazla konuşmak istemiyorum ama bundan sonraki süreç hakkında biraz zihnimizi genişletme çabamdır bu yazıyı yazmak.
Hatırlatmakta fayda var; Temsilciler Meclisi’nden geçen tasarıyı kongrenin onaylaması gerekiyor, ancak öyle resmiyet kazanıyor.
Bu süreç daha önce 2007 yılında yaşanmıştı ama bugün gelinen nokta kuşkusuz 2007′den çok daha farklı. Ben bu farklı duruma Türkiye ve Amerika’yı değerlendirerek bakmak istiyorum.
Türkiye Kim?
Bugün Türkiye Dünya’nın en büyük 17. ekonomisi, en büyük 10 ordusundan birine sahip. Orta Doğu’daki en istikrarlı ülke, tek Müslüman demokrasi.
Orta Doğu basit anlamda neresi?
Yakın ve orta gelecekteki Dünya’ya yön verecek sıvının ana vatanı ” Petrol “. Bu bölge tarihinden gelen doğal bir auraya sahip.
Amerika Kim?
Dünya’daki politikalara yön vermeye çalışan “şuan” Dünya’nın en büyük süper gücü. Amerika bundan önce Almanların “Yahudi Soykırımı”, Japonların ” Çin Soykırımı”nı gündeme almış ve bir şekilde içinde olmaya çalışmış, sebeplerini anlamak hiç de zor değil biraz kafa yorunca.
Bizim yapmamız gereken ne?
  • 7 milyar $ civarında şu an bizim gündemizde olan bir şipariş var direk Amerikan şirketlerine verilecek. Bu şirketler içinde Boeing’den tutun da, Raytheon, Lockheed Martin’a kadar şirketler var ki bunlar savunma şirketleri. Bu şiparişleri iptal etmeliyiz.

  • Türkiye’nin NATO ile yaptığı antlaşmalar ile NATO’nun Türkiye’de üs kurma hakkı bulunuyor. Amerikalıların da bu üsleri NATO gücü olarak kullanmaya ilişkin bir antlaşması var, sanılanın aksine bizim ülkemizdeki üsler Amerikan üsleri değil, NATO üsleri. Bu anlaşma derhal iptal edilmeli.
  • Afganistan’da bizim çıkarlarımızı koruyacak kadar asker kalmalı ve güçlerin büyük bölümü eve çağrılmalı. Afganistan’da halk ile iç içe girmiş ve onlar tarafından güven duyulan tek ordu Türk Ordusu’dur. Amerika, Afganistan’da bataklığa girmiştir ve Taliban güçlenmeye devam etmektedir. Bize ihtiyaçları var!

Demek istediğim, Amerikalılar eğer aptal değillerse bu bölgede Türkiye en büyük güçlerden biridir, başrol oyuncusudur. Ermenistan ise figüran bile olamaz.
Benim kişisel görüşüm, bu yasa tasarısı kabul edilsin ve her sene Türkiye’nin önüne mart ayında ısıtılıp  ısıtılıp sunulmasın. Bu tasarının yasal bir geçerliliği bizim açımızdan yok; tek olumsuz etkisi uluslararası alanda bunu takip eden zincirleme “kabuller” görmemiz ve bir baskı altında kalmamızdır ama biz çok baskılar atlattık.

Blog Archive